Kendine verdiğinden vermek

Bu haftanın enerjilerinde Türk toplumu olarak çok alışık olduğumuz ve çok sevdiğimiz bir tema çalışıyor; Zayıflarla ilgilenecek şefkatin artırılması.

Haftanın enerjisi, zayıfları, hastaları ve gençleri koruma gücüyle yaşam kalitesini korumaya ve artırmaya odaklı. Anne figüründe örneklendiğini gördüğümüz bu enerjide, fedakârlık için muazzam bir potansiyel var. Enerjinin rolü şefkat ve özenin gücüyle beslemektir. Ancak, kendimizi de beslemeliyiz; Başkalarını önemseyecek enerjiye ve kaynaklara sahip olmak için önce kendimize özen göstermeli, sonra da öz benliğimizin enerjimizi nereye ve ne zaman harcayacağımız konusunda bize rehberlik etmesine güvenmeliyiz. Farkında olmadan yapılan fedakarlıklar ve özveriler değerli kaynakların israfıdır. Aynı zamanda iyi niyetin ve yardımlaşmanın gittikçe hoş hisleri kirleten kolektif kirliliğe neden oluyor.

Özverinin her bir damlası, farklı ihtiyaç seviyelerine göre diğerlerine vermenin ve onlarla ilgilenmenin kutsal bir yoludur. Kendine özen gösteren bir kişi her damlanın kıymetini bilerek şefkatini ve iyiliğini ihtiyaç olan yere açar. Ancak farkındalık ve kendine özen olmadığında açılan şefkatte kendi içgüdülerinden ve kendi değerinden yoksun bir şekilde kendi iyiliğini kolayca feda edebiliyor.

Kültürümüzde yardım etmenin yüksek potansiyeli “iyimserlik” zihniyetinin kirletmesindeki en büyük nedenlerinden biridir, kendine vermediği şefkati diğerlerine vererek kendini feda etmek.

Her şeyin bir denge içinde olması gerektiğini ve her dengenin başlangıcının kendi iç dünyamız olduğunu fark etmek zorundayız. Denge, üç aldım üç vereyim gibi bir şey değildir. Denge, kendine verdiğini veren olmaktır.

Tarafıma ulaşılan birçok danışmanlık talebinde şu ve benzeri sorular oluyor: alma ve verme dengesini kuramıyorum, hep veriyorum, vermeden duramıyorum.

Tabi ki vermeden durulamaz çünkü vermek, iç güdülerden bedenin içinde var olan bir dürtüdür ve seni ittirir sende bu itilme kayıtsız kalamazsın. Ancak kendine, bedenine ve içgüdülerine yönelik bir farkındalığın varsa kendine vermediğini başkasına veremezsin. Saçını süpürge ettikçe yaranamıyor olmak buradan gelir. Çünkü kendine vermediklerini veren olmak sahte bir benliğin yani zihnin kurgularıyla oluşan bir oyundan başka bir şey değildir. Ve kimse bu sahte oyunculuğu taktir etmez, değer katmaz.

Kendini sürekli kırıp döküp, diğerleri kırılmasın diye uğraşanlardansınız başkalarını kırmaktan kaçınan değil kendinden kaçan olursunuz. Saçımı süpürge ettim diye kendinizi kandırırsınız. Yaranamadım diye stres üretirsiniz.

Denge, yerçekimine uyum sağlamanın, diğerlerine özverili olmanın, hayatın akışına ayak uydurmanın ve herkese her şeye yaranmanın temel yapı taşıdır. Bu yapı taşı olmadan her şey domino taşları gibi her daim bir dokunuşla yerle bir olmaya mahkumdur. Yapı taşını güçlü ve dinamik, canlı, heyecanlı ve yüksek frekansta tutmanın tek yolu kendine vermediğini hiç kimseye vermemektir. Kendine verdiğini de çocuklara, yaşlılara, hastalara kısacası ihtiyaç sahiplerine verebilmektir. İşte o zaman! İçinde bulunduğumuz hayat hep isyan edilen o düşük frekans dalgalarını kalıplarını silip süpürerek yaşam kalitesini artırarak korunabilecektir. Ve bu sadece iç ve dış dengeyle sağlanır. Çoğunluğun deyimiyle alma ve verme dengesiyle sağlanır. Alma ve verme dengesi de kendine verdiğinle dışarıya verdiklerin arasında ölçümlenir.

Tüm bunların en basit tanımı “ÖZVERİ” adı üstünde öz=kendin veri=vermek yani kendine verdiğinden vermek. Kendini feda etmek değil. Başkaları için saçını süpürge etmek değil. İstenmeden vermek değil. Verince almayı beklemek değil. Üç aldım üç vereyim diye çabalamak değil. “Kendine verdiğinden vermek” Özveridir.

Sürdürülebilirliğe, daha yüksek değerlere ve etik değerlere dayanan bir yaşam biçimine doğru büyük bir küresel hareket var. İnsanlık için yeni bir şafak yaklaşıyor ve özveri bu şafağın merkezinde. Hepimizin bu şefkatle akması gerekiyor.

Daha yüksek amacımızı bulmamız gerekiyor. Titreşimini içimizde bulmak ve varlığımızın hücrelerinde yayılmasına izin vermek gerekiyor. Tüm ilişkilerimize, ardından işimize ve eylemlerimize akmasına izin vermek gerekiyor. Kendimize verdiğimizden veren olmak gerekiyor.

Vermek şifa akışını özgürleştirir. Bizi iyileştirir ve bütünü iyileştirir. Kendi kalbimizin sevincinden, içsel varlığımızın cömertliğini sunmak gerçek bir güçtür. Dağları yerinden oynatacak olan budur. Dünyamızı değiştirecek olan da budur.

Buraya kadar okuyarak geldiysen tek bir kelimeyle ifade edebileceğin ve tabi ki kendine verdiğin neyi bana da verebilirsin?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.