Aynı ve Ayrı Olmamak

Yaşamımız boyunca, hayatımızı gittikçe daha da kolaylaştıralım ve güzelleştirelim diye onlarca şey öğrendik, onlarca şeyi tecrübe ettik. Ancak milyonlarca yıldır insanlığı geliştiren, büyüten ve iyileştiren tecrübelerle, bilgiler bugünlerde artık hiçbir işe yaramıyor. Doluya koyuyorsun boş kalıyor, boşa koyuyorsun dolmuyor. Kimyada kimyasal ayrışmanın karşıtı bir olaya “sentez” adı verilir. Birden fazla maddenin bir olayda kendi özelliklerini kaybedip yeni özellikte bir madde meydana getirme olayına sentez denir. İnsanlığın bugünlerde yaşadığı tamda budur; bilgilerin, tecrübelerin, enerjilerin, işleyişlerin yeni bir sentezinin içine kendimizi uyumlamaya çalıştığımız günlerdeyiz. Her gün sentezin yeni bir yapısına uyanıyoruz ve sol beyin yaklaşımı ile baktıkça çöken, zihnin anlayışının ötesinden baktıkça yükselen bir enerji ağının içinden geçiyoruz yani eviriliyoruz.

Tüm bu süreci birileri ya da bir şeyler yapmıyor, milyonlarca yıllık insan organizmasındaki kimyasal ayrışımın yepyeni bir sentezle filizlenmeye hazır tohumlarındaki hareketlenmeyi yaşıyoruz. Dolayısıyla hiçbir bilginin, teorinin, tecrübenin ve tekniğin bilmediği öğretemeyeceği bir yolculuğun içinden geçiyoruz. Ancak bilgi, teknik ve teoriler kendi içindeki senteze erişimin yolları için kullanılabilir, çözüm için değil. Erişim için teknik gerekiyor çünkü artık tüm bilgi, her insanın kendi sentez tohumlarında ve her insan kendi tohumlarının filizlenmesine olanak sundukça açılan çiçeklerden tüm insanlık nasiplenebiliyor. Çiçeklerinin yavaş yavaş açmasına müsaade edenler yolculuğun tadını çıkarırken, müsaade etmeden, ondan bundan şundan medet umanlarsa yolculuğun içinde sıkışmış durumda.

Yani diyorum ki o ezber edilen dünya ve yaşam biçimi değişti. Yeni bir yaşam biçimi kuruluyor ve bu yaşam biçiminin kurulmasında hepimizin bir rolü var ve herkes kendi rolünü kendi içinde kurduğu bağlarla bulabilir ve ancak o zaman toplum olarak rahat bir nefes alabiliriz. Yani sadece kendimiz için değil, toplumumuz, dünyamız, ailemiz ve geleceğimiz içinde kendi iç dünyamızı keşfetmek, ezberlerin ötesindeki hakikatleri bulmak ve kendi ve dünya bilincini aydınlatmak her birimizin kendine has sorumluluğudur.

Sorumluluğumuzun bilincine varmak ve DNA’mızdaki tohumların açılmasına fırsat sunmak için binlerce yöntem ve teknik olsa da tek bir yön var: İçimizde olanı biteni kendi lisanımızla kendi hikayemizde keşfetmek. Diğerleriyle aynı olmadığını ve ayrı da olmadığını kabul etmek. Yani kimse kimseyle aynı düşünmüyor, aynı görmüyor, aynı konuşmuyor, aynı hikâyeyi yaşamıyor ancak her kişinin kendi hikayesini kavraması ve yaşaması için diğerlerine ihtiyacı var. Kimse kimseden üstün veya güçlü değil, kimse kimseden aciz veya mağdurda değil. Bunu böyle değerlendiren sol beyin yaklaşımından çıkıp, zihnin anlayışının ötesine bakmak için herkes herkese mecbur. Mecbur ifadesini kullanıyorum çünkü zihnin ötesine bakmak için zihnin darbe alması gerekiyor. Ancak o zaman ciddi anlamda durup daha öteye bakan oluyor ki bu haftanın temasında da tamda böyle bir ters köşe yaptıracak enerji ağının içinden geçiyoruz.

Bu enerji ağı, söyleyeceklerine odaklanmadan, başkalarını dinleme eylemine geçme lütfunda olmanın gerekliliğini taşıyor; başkalarının söylediklerini tamamlayana kadar kendi söyleyeceklerine odaklanmamak bir lütuftur, lütufta zarafetin ta kendisidir.

Aslında, sosyal dinleme becerimizle değişimi, başkaları için mümkün kılacak şekilde kullanmak bizim sorumluluğumuz ve ayrıcalığımızdır. Ne hissettiğimizi bilebiliriz ama bunu sözlü olarak nasıl ifade edeceğimizi ancak dinleme becerimizle keşfedebiliriz. Hissettiklerini söyleme rekabetinin aslında nasılda gerginleştirdiğini ve kendi hislerini anlatmaya çalışırken nasıl bir korkunun içine çekildiğini dinlenmeye değer görülmediği algısı yaşatır oysa dinlenmeye değer olmak için dinleme becerisine sahip olmak gerekir; işitmek ve dinlemek aynı şey değildir.

Benim arka frekanslar olarak adlandırdığım yıldız yani gezegen geçişleri diğer bir deyişle gökyüzü hareketlerindeki bu yüksek enerjilerin içimizdeki tohumların fark edilmesine olanak sunduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Çünkü DNA’mızdaki bilgilere erişmek isteyen birer ışık bilinci olduklarını biliyoruz. Bizlerin de birer ışık bilinci olduğumuz düşünüldüğünde aynı ve ayrı olmadığımız daha büyük enerji güçlerinin farkına ve işleyişine varabiliriz.

Biraz oradan biraz buradan haftanın arka frekans etkilerinin bendeki açılımlarını paylaştım. Kendi içinizde sorgulamadan okuduysanız içinizdeki mutlak bir tohumu fark ettiğinizden eminim. Anlam oluşturmaya, kendinizle bir bağlantı kurmaya çalıştıysanız sol beyin yaklaşımıyla suçlayan veya kendini yargılayan zihin anlayışında olduğunuzu gözlemleyebilirsiniz. Her ikisini de keşfetmek büyük bir şey çünkü beklenen şey sol yaklaşımda olmak değil zihnin anlayışının ötesindeki sağ yaklaşımda olmakta değil. Beklenen, sol ve sağ yaklaşımları bir eden bir duygusal anlayış geliştirmek ve diğerleriyle, dünyayla, gökyüzüyle ve tüm evrenle aynı ve ayrı olmadığının bilincine uyanmak için gerekli lütuflarda bulunabilmek ve ardından kişisel zarafetini giyinmek…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.